Suat Derviş (d. 1903, İstanbul - ö. 23 Temmuz 1972, İstanbul),
Türk gazeteci, yazar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde gazeteciliğe başlayan
Suat Derviş Hanım, ülkenin öncü gazetecilerinden biri ve döneminin en üretken
yazarlarındandır.[1] .
Otuza yakın roman, pek çok hikaye, makale, eleştiri ve çeviriler
yayımlanan Suat Derviş’in en bilinen eseri Fosforlu Cevriye’dir. Eserleri
yabancı dillere çevrilen ilk Türk yazarlardandır. Adı, toplumcu gerçekçilik ile
birlikte anılır.[2]
Avrupa’ya muhabir olarak giden ilk kadın gazeteci, ilk basın
sendikasının beş kurucusundan biri ve ilk başkanı, Devrimci Kadınlar Birliği'nin
kurucusudur. Kadın hakları, demokrası alanlarında mücadele etmiş bir
aktivisttir.
Hayatı
Gençliği
1903
yılında İstanbul'un Moda semtinde dünyaya geldi. Varlıklı bir ailenin ortanca
çocuğu idi.[3] Ailesi ona Hatice Suat adını koydu ancak Suat erkek ismi
olduğundan kayıtlara Hatice Saadet olarak geçti.[4] Babası, Darülfünûn’un
kurucularından kimyager Müşir Derviş Paşa’nın oğlu tıp profesörü İsmail Derviş
Bey, annesi Abdülmecid’in mabeyncilerinden Kamil Bey’in kızı Hesna Hanım’dır.
Osmanlı'da Telefon İdaresi'nde çalışmaya başlayan ilk kadınlardan Hamiyet
Hanım’ın kardeşidir.[5]
Çocukluk çağında evde özel eğitim görüp Fransızca ve Almanca
öğrendi.[2] Eğitimine Kadıköy Numune Rüştüyesi’ne, ardından Bilgi Yurdu’na devam
etti.[3]. Çocukluğundan itibaren yazmaya ilgi duydu. Hezeyan başlıklı mensur
şiirini, çocukluk arkadaşı Nâzım Hikmet 1918’de Alemdar gazetesinin edebiyat
ekine göndererek yayımlattı.[1] Bu, onun yayımlanan ilk eseridir. Henüz çocuk
yaşta olan Suat Derviş edebiyat dünyasına Mehmet Rauf tarafından “hassas bir
ruha sahip ve olgun bir müellifin habercisi" olarak tanıtıldı.[1]
Bu yıllarda Nâzım Hikmet ile arkadaşlığının şairin ona duyduğu
tek taraflı bir aşka dönüştüğü iddia edilir.[6] Şair Nazım Hikmet, 1920’de
Gölgesi adlı şiirini Suat Derviş’e ithafen yazmıştır.[2]
İlk eserleri
Suat Derviş’in ilk romanı olan
Kara Kitap 1921 yılında basıldı. Edebiyat dünyasında hayret ve şaşkınlıkla
karşılanan bu eserde ölüme mahkûm güzel ve hassas bir genç kızın son nefesine
kadarki yaşama arzusunu belirten iç seslerini ve duygularını anlattı.[1] 1923’de
yazdığı Hiç Biri romanını, Ne Ses Ne bir Nefes (1923), Bir Buhran Gecesi (1924),
Fatma'nın Günahı (1924), Gönül Gibi (1928) ve Latin harfleri ile yazdığı ilk
eser olan Emine(1931) romanları izledi. Bu romanlarında İstanbul’un üst düzey
yaşamından kesitler sundu; ilişkileri anlattı; kadının toplumsal konumunu
özgürlük talebini irdeledi.[7] 1925’te ilk hikâyeleri Almanca’ya
çevrildi[8]
İlk gazetecilik deneyimleri
Derviş, ilk
romanı yayımlandığı sırada Alemdar gazetesinde çalışmaktaydı. 1922'de Ankara
hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul'a gelen Refet Bey’le ilk röportajı
Alemdar gazetesi için yaptı.
Bir süre sonra Alemdar’dan ayrılıp İkdam’a geçti ve gazetede bir
kadın sayfası hazırlayacak bu konuda öncü oldu.
Berlin yılları
1927’da konservatuvar eğitimi
için kardeşi Hamiyet Hanım ile birlikte Almanya'ya gönderildi; Berlin’de
Sternisches Konservatuvarı’nda piyano dersleri aldı. Bir süre sonra ailesinden
habersiz Berlin Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu.[2]
Faşizmin yükselmesine tanıklık ettiği Almanya’da öğrenciliği sırasında gazete ve
dergilerde çalıştı. Yazıları çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinden siyasi
gazetelere kadar pek çok yayın organında yayımlandı. 1932’de babasının ölümü
üzerine fakülteden mezun olmadan Türkiye'ye döndü.
Yurda dönüş ve 1930’lu yıllar
Yurda
döndükten sonra Babıali’nin başarılı muhabirleri arasına girdi; İstanbul, İzmir,
Adana ve Ankara’da çıkan pek çok gazetede yazılar yayımladı. Bir yandan da roman
tefrika etmeyi sürdürdü. Onu Bekliyorum (1934), Onları Ben Öldürdüm (1935), Baba
Oğul (1936) romanları çeşitli gazetelerde tefrika edildi.
Resimli Ay’da çalışmaya başlaması ile solcu basın dünyasına adım
attı.[3] 1936 yılında Son Posta gazetesinde çalışırken Montreeux Konferansı'nı
izlemeye gitmesi ona yurtdışına giden ilk kadın gazeteci unvanını
getirdi.[3]
1936 yılından itibaren çalışmaya başladığı Tan gazetesinde kadın
sorunlarına değindi ve dış siyaset olayları ile ilgili haberler yaptı. Bu
gazetede çalıştığı dönemde Sovyetler Birliği’ne yaptığı gezi, düşünce dünyasını
etkiledi.[3] Dönüşünde yayımladığı röportaj dizisi, "kıpkızıl komünist" olarak
damgalanmasına ve gazeteden ayrılmak zorunda kalmasına neden oldu.[4]
Gezinin yapıldığı 1937’de tefrika edilen Bu Roman Olan Şeylerin
Romanı görüşlerindeki değişimi yansıtır. Gazetelerde nazizme, faşizmin
yükselişine ve adaletsizliğe karşı yazılar yayımlarken romanlarında köşklerde
yaşanan aşkları, yemek ziyafetleri ve davetleri yazmayı reddeden yazar, artık
toplumcu- gerçekçi bir edebiyat anlayışına yönelmiştir. 1938’de Bir İstanbul
Gecesi tefrika edildi, 1939’da "Hiç romanı yayımlandı.
Politik yaşamı ve mahkumiyeti
Suat Derviş’in
sol görüşleri, kısa süren ilk üç evliliğinin (Seyfi Cenap Berksoy, Selami İzzet
Sedes, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ile) ardından 1941 yılında Türkiye
Komünist Partisi (TKP) genel sekreteri Reşat Fuat Baraner ile yaptığı evlilik
ile pekişti. Baraner ve Derviş’i bir araya getiren, partinin talebi
doğrultusunda çıkarttıkları "Yeni Edebiyat Dergisi" olmuştu. Çift, Türkiye'de
toplumsal gerçekçi akımın ilk yayın organlarından sayılan dergiyi 15 Ekim
1940-15 Kasım 1941 arasında yirmialtı sayı yayımladı. Derviş, dergide kısa
öyküler, fıkra ve eleştiriler yazdı. Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Hasan İzzettin
Dinamo gibi genç yazar ve şairlerin tanınmasına yardımcı oldu.[7]
1944’te Zeynep İçin romanını yazdı. Aynı yıl Biz Üç Kardeşiz,
Fosforlu Cevriye, Çılgın Gibi” romanları gazetelerde tefrika edildi.
"Niçin Sovyetler Birliğinin Dostuyum?" adlı incelemesinin
1944’te yayımlanmasından sonra gazeteci kimliği ile hiçbir yerde iş bulamayan
Suat Derviş, gerçek ismi olan “Hatice Saadet Baraner” yerine takma adla yazılar
yazmaya başladı. Aynı yıl TKP Soruşturmaları ve tutuklamaları çerçevesinde eşi
Reşat Fuat Baraner ile birlikte tutuklandı. Sorgu sırasında çocuğunu düşüren
yazar, Reşat Fuat Baraner'i sakladığı ve yasadışı Türkiye Komünist Partisi'ne
katıldığı gerekçesiyle yargılandı, 8 ay tutuklu kaldı.
Hapisten çıktıktan sonra büyük sıkıntı çekti.. Geçimini sağlamak
için Almanca, İngilizce ve İtalyanca çeviriler ve editörlük yaptı. Tiyatro
piyesleri ve radyo skeçleri yazdı. 1947’de "Büyük Ateş ", 1950’de "Yaprak
Kıpırdamasın " romanları tefrika edildi.
Paris yılları
1951’de tekrar tutuklanan
eşinin 1953’de yargılanmaya başlaması üzerine kendisinin de tekrar tutuklanma
olasılığına karşılık ülkeden ayrıldı; İsveç'teki ablasının yanına yerleşti.
Avrupa’da çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yayımladı; kendisini yurtdışında
tanıtacak kitapları kaleme aldı.[3]
Zeynep İçin romanını Ankara Mahpusu adıyla yeniden yazdı.
Romanı, ablası Hamiyet Hanım Fransızca'ya çevirdi. 1957’de Le Prisonnier
d’Ankara adıyla yayımlanan eser on sekiz dile çevrildi ve o kadar beğenildi ki
eleştirmenler tarafından Ivo Andriç’in Drina Köprüsü’nden bile daha iyi
bulundu.[7] Daha önce yayınlatamadığı Çılgın Gibi eserini Fransızca’ya çevirdi.
Eser, Les Ombres du Yali (Yalının Gölgesi) adıyla 1958’de yayımlandı.
Yurda dönüşü
Reşat Fuat Baraner’in hapisten
çıkmasının ardından 1963 yılında Türkiye’ye döndü. Bu dönemde takma isimler
roman ve hikâyeler, çocuk masalları yazdı, tercümeler yaptı. Aksaray’dan Bir
Perihan adlı romanı 1963’te Gece Postası’nda tefrika edildi. Fosforlu Cevriye,
öğrenci ayaklanmaları ve sert isyanların zirveye ulaştığı 1968'de May Yayıncılık
tarafından Ankara Mahpusu ile birlikte yayımlandı.
Son yılları ve ölümü
1968 yılında eşini,
1970 yılında ise ablasını kaybetmesi onu derinden etkiledi. İki gözünde de ciddi
sağlık sorunları çıkana kadar yazmaya devam etti.[9] Moskova’da geçirdiği
ameliyat sonrası gözlerinden birinin belli oranda düzelmesinin ardından arkadaşı
Neriman Hikmet ile birlikte Devrimci Kadınlar Birliği'nin kuruluşunda görev
aldı. Derneğin kapatılması üzerine yeniden yazarlığa ağırlık verdi. Sürekli göz
altında tutulan Şişli’deki evini devrimci gençlere açıp onları gizledi. 1971’de
evi basıldı, birçok solcu genci evinde sakladığı ortaya çıkınca
tutuklandı.
Ertesi sene Fosforlu Cevriye 'yi Gülriz Sururi için senaryoya
dönüştürdükten kısa süre sonra şeker hastalığının vücudunda yarattığı tahribat
sonucu hastaneye kaldırıldı. 23 Temmuz 1972'de Kasımpaşa Askeri Deniz
Hastanesi'nde hayatını kaybetti.[3]
Eserleri
Roman
Kara
Kitap (1921)
Ne Bir Ses Ne Bir Nefes (1923)
Hiçbiri (1923)
Ahmed Ferdi
(1923)
Behire'nin Talibleri (1923)
Fatma'nın Günahı (1924)
Ben mi
(1924)
Buhran Gecesi (1924)
Gönül Gibi (1928)
Emine (1931)
Hiç
(1939)
Çılgın Gibi (1934)
Yalının Gölgesi (1958)
Fosforlu Cevriye
(1968)
Ankara Mahpusu (1968, ilk olarak 1957'de Paris'te
Fransızca)
İncelemeNiçin Sovyetler Birliğinin
Dostuyum? (1944, İstanbul, Arkadaş Matbaası,64 sayfa)
Kaynakça
Bu maddede gösterilmiş kaynaklar,
kaynak gösterme şablonları ile düzenlenmelidir.
^ a b c d Yeliz Kızılarslan,
Münevver Bir Osmanlı Kadını:Suat Derviş ve Kara Kitap, Bianet 01.03.2008
^ a
b c d Çimen Günay, Toplumcu Gerçekçi Türk Edebiyatında Suat Derviş’in Yeri,
Bilkent Üniversitesi Ekonomi ve Sosyal Bilimeler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi,
Haziran 2001, Ankara
^ a b c d e f g Atacan Atakan, Unutulmuş Bir Portre:Suat
Derviş, Agos gazetesi, 23.03.2013
^ a b Nazım Hikmet’in Suat Derviş İçin
Yazdığı “Gölgesi” Şiiri ve Kavganın Kadın Yazarı “Suat Derviş” (Liz
Behmoaras/Suat Derviş/ efsane bir kadın ve dönemi/ adlı kitabından), Timurca.com
sitesi, Erişim tarihi:28.09.2013
^ A’dan Z’ye Suad Derviş, Sabah gazetesi,
15.10.2013
^ Mediha Olgun, Komşu oğlu Nazım’ın Küstürdüğü Kadın, Sabah
Gazetesi 01.01.2010
^ a b c Başını Eğmeyen Kadın: Suat Derviş, Milliyet Blog,
24.07.2008
^ Ali Şahin, Suat Derviş’i Anarken, Erişim tarihi:28.09.2013
^
Suat Derviş, Türkiyeli Kadın Yazarlar veritabanı, Erişim
tarihi:01.03.2014
23 Temmuz 1972 - Suat Derviş gazeteci yazar ölümü
Yazar Suat
Derviş. "Fosforlu Cevriye" ve "Ankara Mahpusu" romanları Derviş'in eserleri
arasında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder